23 Haziran 2006

orada dur mu? nasıl yani?

drunk guy in police station

14 Haziran 2006

oturdum

ofisteki manyak kadın


fantezileriyle boğdu beni

diline nişan aldım. yapamazsam kulaklarımı koltukaltlarımda saklayacağım

12 Haziran 2006

cuma günü bir sıkıntıyla başladı ve neredeyse öyle bitiyordu ki, ekin , hakan ve akay yetişti imdadıma. çıkışta ekin'i aramamla başladı herşey. hadi bizdeyiz gel dedi. çorba yaptım falan dedi. gittim. ekin'le akay yemişler yemek. ekincik üşenmedi, benimle hakan'a da kurdu süper bir sofra.

tavuk suyuna şehriye çorbası. aslında hazır çorbadan yapmış olduğu fakat kendisinin geliştirmeci kişiliğinden olsa gerek, içine bir sürü şey katmış ve o tatsız şeyi süper bir çorba haline dönüştürmüştü. hakan'la ımmmmmmmh diyerek içtik vallahi. iç baklalı enginar, kızarmış ekmek ve peynir. üstelik ekmeklerimizi kendisi kızartıp, siz kendinizi besleyemezsiniz, hadi yiyin bunları, ben yenilerini tost makinasına koydum dedi. bizi utandırdı. enginarı hafif tırtıklamışken, akay geldi ve vakumlu hortumuyla geri kalanını gözümüzün önünde sildi , süpürdü , temizledi, yoketti. arkasından kahve, çay, pasta. birde üstüne kakara kikiri, çooooooook iyi geldi, çok.

cumartesi ev, sarı ve akşam alp tamer ulukılıç'ın sergisinin açılışı. nişantaşı'da buluşma. akay, hakan, ekin. hakan'ın işi var karşıya geçecek. sergide insanlar neden konuştu bilinmez ama bizim konuştumuz şey üçümüzü çok ilgilendiriyor. sıkıntılı bir konu ama kaçış yok, açıldı bir kere konuşulacak. birbirimizi yeterince bayamadığımızı düşünüp, sergiden ayrılıp, birbirimizi daha rahat bayabileceğimiz bir mekanda oturma kararı alıyoruz.

bir cafe. evet burası iyi. konu uzadıkça uzuyor, konuştukça rahatlıyor, konuştukça daralıyoruz, nasıl oluyorsa!!! valla öyle oldu. siyanür bile istedik garsondan, öyle daraldık diyorum. bazı kararlar alındı. belki bu biraz iyi gelecek.

eve dönüş, ohhhhhhh midye tava. mis gibi. o kadar kasılmışım ki halüsinasyon görerek sızıyorum.

ertesi gün pazar. evde yemek olayı var. güzel geçen bir gün daha...

08 Haziran 2006

2 haziran , izinli olup evde takıldım, sarıyla göt göte yattık, kolibasili the gerçek'le ankara'ya birlikte gitme kararı verdik.

kolibasili the gerçek ankara'ya her gidişte kasılır, yine kasıldı. kendisini rahatlatma girşimlerimiz sonuç vermedi, ki kendisi cuma sabahı uyandığında bile ne yapacağına karar vermemişti.

sarı'ya pasiflora içirip, kolibasili the gerçek'i ikna edip, sarı'yı kutusuna tepiştirip, sıcağın ortasında yola çıktık.

kedilerin ter bezleri yokmuş, serinlemek için dilleri dışarıda ağızları açık, korkutucu bir şekilde nefes alıp veriyorlar. tabi biz de korktuk, veteriner kuzenimizi 300 defa aradık. sagolasın heval.

bolu , ulusoyda mola, arabayı ve sarı'yı serinleten süper düşünceli insan kolibasili the gerçek. devam...

yok bu giriş değil, samsun, sincan girişi derken eve vardık. önce sarı çözülecek, mama kabı, kaka kabı, kendisi, suyu. oh be rahat, hiç sorun yaşamadı evle ilgili, kokladı bir süre, baktı ki güvenli, tamamdır. masaların üstü, dolapların, yatakların altı hep onun.

annemin süper fasulye kavurması, ne kadar çok özlemişim bunu, neden yapmıyorsam , üstelik ne kadar da kolay. 2 tabak mideye. ohhhhhhhhhhhhhh

kolibasili the gerçek kaburga diye tutturdu. carrefour, mangal, gece evin yanında bir park, karanlıkta süper oldu, bana piknik gibi geldi. kardeşler, ekin ve deniz de geldi. ohhhhh keyfimize diyecek yok. aile sıcaklığı hoşuma gidiyor, o zamanlarda kötü olan hiçbirşey bana dokunamazmış gibi.

ertesi gün çok sıcak, sarı bir yanda ben bir yanda, anne ve baba bir yanda , en serin yerleri bulup yatmak tek derdimiz.

sıcak yetmezmiş gibi kış yemeği olan hokgili pişirmesini rica ettim anneden. 2 tabakta ondan, süper olmuş, çok özlemişim. bittim. çok sıcak, hokgili ile birlikte cehennem oldu ankara.

akşam tuna'nın nikahı var. gidelim. en fazla 1 saat tahammül edebiliyorum düğünlere. çok kalabalık, gürültülü...

ertesi gün kardeşle birlikte onların evine gittik. mürsel hoca ve deniz yoldan gelmiş uyuyorlardı. sevimli insan mürsel hoca. önce ne dediğini çok anlayamadım ama sonra konuşma ritmindeki şifreyi çözünce herşey berraklaştı. kelimeleri anladım ama üçünün arasında geçen konuşmayı yine de anlayamadım. kendimi televizyona verdim, bir de uzandım güzelce, sevdiğim dizinin kaçırdığım bölümü oynuyordu tvde, süper oldu.

hepbirlikte hostada döner yedik ( ben soğanlı yedim) , üzerine hasan ustada tatlı, mürsel kardeşi pisboğazımla şaşırttım, utandım. sonra mürsel hocanın da şaşırtıcı yönleri olduğunu öğrendim. rahatladım.

ovacıktı herhalde kahvenin adı, tavla, deniz yendi beni, kahve, çay, soda, yine de patlamak üzereyim.

eski z barda bir bira, yetti de arttı. bahadır, özcan, ekin, deniz, ben eve gidiş, mavra, kakara kikiri, lagaluga. özcan'ın 1/5 oranında yaptığı komiklikler. bahadır sızmaya çalıştı, ekin oynadı. oynadın ekin işte.

sarı'sız geçen ilk gece ve üstelik bir yanım eve sarı'nın yanına gitmek istiyor, bir yanım ankara'da dolaşmak istiyor. fırsatı yakalamışken dolaşıyorum.

sıcağa rağmen, deniz ve ben kaleye gittik. oh mis gibi serin bir köşe. eski günlere gidiş gelişler geldi aklıma.

akşam ev, ertesi gün biraz daha gezme kızılay'da. ekin en sevdiğim kitapları hediye etti bana. peynir kitabı, ekmek kitabı, küçük oteller kitabı, bir de çok güzel 6 tane minyatür. minyatürleri çok sevdim.

eve dönüşten önce annemin yaptığı soğuk çorba(benim en sevdiğim), köfte , patates menüsünü bir güzel mideye indirdik, sarı'ya yine pasiflora verdik, bu sefer sıcak diye şikayet edemez, gece çıkıyoruz yola.

ankara güzeldi. dönüş yolu da öyle. ev çok güzel.