25 Nisan 2006

gürpınardayız, o zaman bir arazi almayı planlıyoruz, bir adamcağız, aslında epey yaşlı, evini satıyor. kendisinin arazisi var birazda evin önünde , bir de küçük bir ev daha. bize büyük evi ve araziyi satıp, küçük evde yaşamak planı. evine götürüyor bizi, bir küçük kız karşılıyor, acayip komik bir tip, hep konuşuyor, kendi gevezeliği ile dalga geçiyor ama konuşmaya devam ediyor. devamlı espriler yapıyor, yüzünde devamlı bir gülme hali, adamın kızıymış sonra öğreniyoruz.

bir sürü zorlukla karşılaşmış insanlar var karşımızda, para kazanmış , harcamışlar, büyük oğullarını evlendirip onun borçlarını ödeyip, onun hayatını da sırtlanmışlar, evin hanımına bir anda inme inmiş, sonra yavaş yavaş düzelmiş. bu diyor adam, bu kız bizi devamlı ayakta tuttu. belli oluyor zaten, her evde hayata böyle bakan birilerinin olması gerekiyor diye düşünüyorum.

tabi gürpınardayız ben de naif düşünüyorum, hafif temizlenmişim, suyum çok berrak olmasa da siyah taşlarım aradan seçiliyor. kızı çok seviyorum, telefonumu veriyorum.

istanbul , karmaşa, kaos, kir, pas, iz başlıyor yine. aradan zaman geçiyor bu kız beni arıyor. ben hemen soruyorum : ev için mi aradın diye? hani fikrimizi tam söylememiştik, sen bunu öğrenmek için mi aradın? yok diyor, bayram ya , bayramınızı kutlayayım dedim. ama bozuluyor biraz, sesi kırılıyor. ben de acayip oluyorum.

işte istanbul kurtları da bana, benim bu kıza baktığım gibi bakıyorlar. gereksiz oranda naif ve saf. bu dünya bu kadar naif olmayı kaldırmıyor. evet kırmak istemiyorlar, evet sevimli ve belki biraz kutsal buluyorlar ama anlayamıyorlar. ben de anlayamıyorum kendimi. kız küçük gürpınar'da kendini sorgulamak zorunda kalmamıştı, ben de istanbul'a gelinceye kadar bunu sorgulamamıştım.

ama istanbul, rüyalarıma giren, her gün sözlüye kalktığım, hiç mezun etmeyen sıfırcı bir öğretmen gibi. bok var hep sıfır veriyorsun. başka notlar verdiklerini de görüyoruz işte, hiçbir boka yaramazlar. yanılıyorsun oysa

Hiç yorum yok: