27 Nisan 2007

herşey umama, yani benim, yapabildiğim en güzel ve en başarılı şeyin gezmek olduğunu farketmemle başladı. bunu farkettiğimde üniversitedeydim. para ve zaman buldukça oraya buraya gitmeye başladım, bir günlüğüne, beş günlüğüne, bir aylığına, ne bulursam, ne kadar bulursam, yanıma kimi bulursam. yani herkesin hikayesinden farklı değil.

üniversite ikinci sınıfta daha istanbul'u görmemiş bir görmemiş olarak amsterdam ve paris'e gittim. yurt sınırları içinde gezme olayı gibi sınır dışında gezme olayı da süpermiş dedim. bu arada yanlış anlaşılmasın, oraya gittim buraya gittim geyiği, saçmalığı yapmak için anlatmıyorum bunu. kardeşime getireceğim konuyu, ah bir bağlayabilsem. neyse, ben amsterdam olayına girdim diye sevinedurayım, kardeşim pat dedi küba'ya gitti. üstelik sevgilisiyle, üstelik ben amsterdam'a gitmek için çalışmış para biriktirmişim falan, o ise acayip bir yöntemle para olayını çözdü; çok yakın kişileri küba'ya gideceği ve onların kendisine para vermesi gerektiği konusunda ikna etti. sanki kendisi için değil ona para veren insanlar için gidecekmiş gibi bir duygu yarattı. vayyyyyyy dedim. herkes payına düşeni verdi ve bu - kardeş olan- gitti.

bir süre sonra döndüklerinde, hediye ganimetinden benim payıma içemeyeceğim bir adet puro dışında , eh işte bir kolye düştü. getirdiği içkilerden bile bir yudum koklatmadı, hain... okuyorsun biliyorum ekin, yıllarca aklımda kalmış ne yapayım.

neyse küba meselesi o zaman belleğime yerleşti, acayip bir yerdi hem, doğası, tarihi, insanları ... che vardı, fidel vardı, adaydı, ispanyol koloniyel yerleşimlerdi, puroydu, ambargoydu, fideldi, cheydi, tarihi sokaklardı, unicefdi, dünya ekonomisinde adaydı, mangoydu, tropikti, insanlarıydı derken küba benim "o ıssız ada"m oldu.

Hiç yorum yok: