23 Kasım 2007

cimcöz derini




kadife ne kadar oyuncuysa ve meraklıysa, cimcöz bir o kadar derin, sakin, kırılgan. öyle seviyor ki sevilmeyi, oturunca kucağıma atlıyor, burnuma burnunu değdirmece, burnumu yalamaca, sev beni sev beni durumları.
kendisi çok hastaydı, burnundan balonlar çıkıyordu, yavru kediler için kedi nezlesi ölümcül olabiliyor. sıpanın burnu tıkalı olduğu için koku alamıyor ve bir süre sonra yemek yemez oluyor. cimcöz işte o son safhadaydı, kemikleri sayılıyordu artık, antibiyotik, parazit tedavisi, şırınga ile yemek derken, güzel bir sıpa oldu.
önce cimcöz geldi bakımı için, fakat o kadar kırılgan ki, korktu bizden, tünedi bir dolabın üzerine, sabahtan akşama kadar inmedi oradan. baktık olacak gibi değil, kendini iyi hissetsin diye kadifeyi de getirdik. kadife bunun sokaktan yandaşı, birlikte uyuyorlar, birlikte yiyorlar falan. kadife gelince sıpa biraz rahatladı.

kadife tosbağası




kadife tosbağası bu. arkadaş kontenjanından bu kışı sıcak bir yerde geçirecek. çok güzel, çok akıllı, çok yaramaz, süper meraklı, yakında resim yapmayı öğrenecek sanırım.

08 Kasım 2007

dört tombalaktan biri



bu sıpa ilk fotoğrafta ayakta duruyor iki patisinin üzerinde.

dört tombalak

bu sıpalarla bu yaz tatilde çakıştık, o plastik borunun içine büyütmüş annesi. dışarıdan bir tehlike geldiği anda, hooop plastik borunun içine, tren misali. çok çok güzellerdi, anne vahşiydi biraz, yemek ve su verirken bile beni yırttı, ısırdı ama olsun arkasını döndüğü anda bu sıpaların göbeğine dokunmamı engelleyemedi. tüm günleri videodaki gibi anneleriyle ve diğer kardeşleriyle tepişerek ve bunun dışında kalan zamanlarda uyuyarak geçiyordu. başka videolarda var. bir ara yükleyeceğim.

04 Eylül 2007

küba, devrim müzesi

küba devrimine ve devrim öncesi batista yönetimine ait tüm sürecin detaylı belgelerle sergilendiği devrim müzesi. müzenin en çok ilgi çeken bölümü ise castro ve che'ye ait kişisel eşyaların sergilendiği bölüm.





bu sıpanın adı kadife. kendisi yeni konuğum.

03 Ağustos 2007

işte bu


hem benim tarzım, hem çok çok rahat. benim giydiğim en rahat sandalet. daha önce almış olduğum sandaletlerimi 16 sene giymişim, hesapladım. onlar hala sapasağlam ama artık bıkmıştım. her koşulda acımadan giyeceğim, ortopedik ve benim diyeceğim bir sandalet diye kıvranırken birkenstock geldi yetişti.

yine sarıyla bir ara


yatıyoruz yine yanyana, atmış patilerden birini benim bacağıma, uyku uyanıklık, karnında pembe-kırmızı birşeyler var. o ne , yara mı? sarı? derken herşey bir anda akyaka - azmak'ta metrelerce derinden görünen taşlar gibi netleşiyor. sarı uzun zamandır bağırmasıyla bizi mahalleye rezil etmiyor, uyurdu ama daha fazla uyuyor, e memeleri de baya bir şişmiş, kızarmış. bu sıpa bize yaşattığı 1,5 senelik bağrış, çağrış, utanış, evden kaçış, gece uykudan uynadırılışın sonunda, küçük sıpalar getirecek evimize, dolabımıza, masamıza, koltuklarımıza, daha çok dolabımıza sanırım, bir de sehbamıza.
efendim yukarıdaki fotodan da görüldüğü gibi karnında duran o şeyler yara değil, pembe-kırmızı, süt dolan memelerdir, kendisinin önünde saygıyla eğiliyorum, ben de o sütten istiyorum.

27 Temmuz 2007

hasat zamanı trinidat'ta 3 günlük bir festival ile kutlanıyor, devlet bira dağıtıyor, gece gündüz müzik çalıyor meydanda ve herkes dansediyor. böyle bir enerji yok. sabahtan diğer sabaha kadar dansedip bira içiyor, yollarda sızıyorlar. nasıl dansettikleri anlatmama gerek yok sanırım, herkes biliyor.
trinidat çiftçilerin yaşadığı bir kent. aşağıda fotoğrafta görünen atların ataları ilk olarak ispanyollar tarafından adaya getirilmiş. festivalde tüm kentte atlarıyla koşturdular, özellikle geceleri bira içip yarışlar yaptılar, hem atları hem kendilerinden emin ve biraz mesafeli tavırlarıyla bizi kendilerine hayran bıraktılar.












11 Temmuz 2007



havana, unesco tarafından dünya mirası listesine alınmış. dünya mirası listesinde olmasının kriteri ise ;

iv) to be an outstanding example of a type of building, architectural or technological ensemble or landscape which illustrates (a) significant stage(s) in human history;

v) to be an outstanding example of a traditional human settlement, land-use, or sea-use which is representative of a culture (or cultures), or human interaction with the environment especially when it has become vulnerable under the impact of irreversible change;

http://whc.unesco.org/en/list/204/

acayip bir yer diyorum.

09 Temmuz 2007


plajlarda atıştıracak birşeyler bulmak kolay. bazılarında pizza, hamburger, patates kızartması gibi şeyler var. bazılarında balık bile satılıyor. burası bizim bir plajda balık yediğimiz büfe. mercan ailesinden bir balıktı sanırım ve çok lezzetliydi.
bu plajlara çoğunlukla yerli halk gidiyor, onlar peso kullanıyorlar alışverişlerinde, siz ise cuc. ama sorun olmuyor, her iki parayı da kabul ediyorlar.

03 Temmuz 2007

ester'in evi

burasıda ester'in evi. sağda demir parmaklıklı olan bizim kaldığımız oda. hemen solda ortak banyo ve tuvalet var. merdivenin altinda , tam karşıda ortak mutfak. merdiven ise ester'in oturduğu kata ve o ünlü banyosuna çıkıyor.

burası ise bekleme odası, koridor gibi... gelenlerle burada görüşüyor ester.

ester sanatla epey ilgili bir kadındı, kendisi de tiyatro sanatçısı, sanırım birkaç filmde de oynamış. burası da salonu;


yine salon;

ester'in evi havana'nın merkezinde. tüm diğer kent merkezleri gibi aktif bir yer. gençler çoğunlukla burada takılıyor, insanlar gece kent merkezindeki otellere gelip müzik dinliyor, birşeyler içiyor. kent merkezinde kalmak her zaman olduğu gibi avantajlı.
havana'da ester'in evinin olduğu bölge ilk bakışta size güven vermeyebilir ama problem yok, merak etmeyin, gayet güvenli.



02 Temmuz 2007




burası bir kadının evi, demir parmaklıklı olan , milletin önünde biriktiği yer ise mutfağı. devlete vergi verip evin mutfağını küçük bir büfeye dönüştürmek mümkün. daha çok sabahları insanlar kahvaltılarını yapıyorlar, akşamda atıştırıyorlar. ne yapılıyor; sabah domuz etli bir hamur hazırlanıyor, o kızartılıyor, akşam domuz eti tava gibi birsey yapıyorlar. yedim mi? hayır. işte bu kadın o kadın, hani çöpü koyduğu el arabasına, çöpü boşaltıp kocaman domuz eti koyan. üstelik domuz eti pazarını da gördüm ki, oha!, yemem.

27 Haziran 2007


ester'in evinin tam karşısındaki apartmanda oturan yaşlı teyze. hep o pencerede durup sokağı izler, bizi balkonda görünce el sallardı. küba'da yaşlıların çok fazla uğraşları yok sanırım, erzakları devlet tarafından karşılanıyor, ev sorunları yok, onlarda tüm gün kapının önünde ya da pencere oturuyorlar. onlar küba'nın eski dönemlerinin de yeni dönemlerinin de şahitleri. eski dönemlere tanıklık ettikleri içinmidir bilmem, yaşlılar fidel'e daha yakın, ondan arkadaşları gibi bahsediyor ve övgü ve saygıyla anıyorlar. oysa gençler ve orta yaşlarında olanların bir kısmı fidel'i ve yaptıklarını onaylamıyorlar. hatta trinidat'ta bir çift ile sohbetimizde anlamıştık hislerini, kuşatılmış hissediyorlardı, adada yaşamak, oradan çıkamamak psikolojilerini bozmuştu insanların. fidel ölsün diye bekliyorlardı ama onlara göre fidel çok güçlüydü ve ölmeye hiç niyeti yoktu. tarafsız bir gözle bakmak için uğraştım ama beceremedim. fidel, benim için küba demek. ben o ölmeden küba'ya gidebilmenin hayallerini kurmuştum, oysa onun halkının bir kısmı o ölsün diye dua ediyorlardı. onları da, fidel'i de anlamaya çalışınca her iki tarafta haklı sanırım.

26 Haziran 2007

küba devam



biz küba'ya akşam vardık, sabah ilk işimiz gidip motosiklet kiralayıp, etrafı gezmek oldu. hava nasıl güzel, güneşli, sıcak, açık. havana merkezden epey uzaklaşmışız, karşımıza bir plaj çıkmış, girilmezmi denize. bir heves kumlara koştuk, ben çantadan havluyu çıkarıp kumun üzerine sarana kadar hava bir anda yandaki fotoğraftaki gibi oldu, yağdı, yağdı, durmak bilmedi, biraz gerildim tabi ben, nasıl döneceğiz havana'ya diye, fakat sonra bir cesaret yola çıktık. oooooo herkes yollarda, yürüyen, motorsikletle dolaşan, yağmurda yıkanan. önyargılar bizi kilitliyor, yağmur ya, sorun var demektir, yok öyle birşey aslında, bizim bildiğimiz yağmur değil zaten, sıcak fırtına, ama sorun yaratmıyor emin olun, hatta biraz alışınca keyfi bile çıkıyor.

06 Haziran 2007

pembe burunla yazılara bir ara

pembe burun kaka yaparken;



çok yaramaz sıpa, devamlı oyun oynuyor. göbeğini öpeyim derken burnumu ısırmaya kalktı;








05 Haziran 2007

küba'da çocuk olmak

küba'da çocuk olmakla ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum uzun zamandır, bugün okumuş olduğum iki yazıdan sonra zamanın geldiğini farkettim.

yazılardan biri bir blogtan. sisteki goriller. meltem'in bugün yazmış olduğu hiç kimse olmak başlıklı yazısı. sorduğu sorunun cevabını bilmiyorum ama insanoğlunun ne kadar acımasız olduğunu biliyorum. ben bilgisayarımın karşısında birşeyler atıştırırken birileri açlıktan ölüyor. ben kedi yavrularıyla uğraşırken, daha hayatlarının başında çocuklar yaşamdan koparılıyor. zalim kelimesi insanı tanımlıyor.

ikincisi ise küba dostluk derneği tarafından çevrilmis granma international'dan alınmış "küba dünya çocuk günü" konulu bir yazı. yazıyı merak edenler için aşağıda yayınlayacağım. önce küba'da çocuk olmak üzerine birşeyler söylemek istedim.

bilirsiniz türkiye'de çocuklar anne babasının kanatları altında ve çocuk olarak yetiştirilir. hatta anne babalar öylesine abartırlar ki bunu, eşşek kadar olur çocuk hala sığınmak ister, hala sorumluluk alamaz. böylece kendi yönlerini, yollarını çizecek gücü kendilerinde bulamayacak şekilde büyür ve neredeyse öyle de ölürler insanlarımızın çoğu.

bu nedenle küba'da bizi şaşırtacak kadar çok dikkatimizi çekmişti, büyüklerin çocuklar ile ilişkileri, çocukların kendi aralarında ki ilişkileri. küçük çocukların bile ağladığına şahit olmadık sanırım. ilkokula gidenler, arkadaşları ile buluşup yavaş yavaş yoldan arkadaşlarını toplayıp yürüyerek gidiyorlar okula. yollarda şarkı söylüyorlar. birbirleriyle şakalaşıyorlar ve elele yürüyorlar çoğunlukla. şakalaşıyorlar ama şöyle bir farkla; çocuk gibi değiller, daha doğrusu bizim bildiğimiz çocuklar gibi değiller, biraz daha olgunlar, ama bizim bildiğimiz anlamda değil yine bu olgunluk. yani büyümüşte küçülmüş cinsi değiller, asosyal çocuklar gibi tüm hareketlerini kontrol altında tutmaya çalışmıyorlar. nasıl anlatacağımı bilemedim. sanırım tanık olunca anlaşılabilecek birşey. aslında neden böyle olduklarını söylesem belki daha rahat anlaşılabilir. büyüklerle ilişkileri biraz farklı. çocuklara birey gibi davranılıyor, yani şu kabulle yaklaşıyorlar; evet boyu kısa, hatta küçük, evet büyükler kadar tecrübeleri yok ama muhakeme yetenekleri var ve akılları var, anlayabilirler, anlatabilirler.
basit bir detay, biz küçük bir çocuk gördüğümüzde ne yapıyoruz, ay canım ne tatlı, (yanında annesi varsa) ay sizinmi, kac yaşında. sanki orada çocuk yokmuş gibi, sanki o cevap verse de onun cevabı sayılmazmış, geçerliliği yokmuş gibi. eğer çocuğa soracaksak da, çocuk gibi davranıp, güya onun seviyesine inip, hatta çocuk sesi denen o sesle soru sorarken buluyoruz kendimizi.
oysa küba'da çocuklar ve büyükler direk ilişkilenebiliyor. sorular direk çocuğa soruluyor ve cevabı ciddiyetle karşılanıyor, cevabı önemseniyor. büyüklerle çocuklar birbirlerine el çakıp "hey adamım" diye hitap edebiliyorlar, hiçe sayılmıyorlar.
küba dostluk derneğinin yayınladığı granma internatinal'dan alınan yazıda konuya başka yönden yaklaşılmış, farklı yönleri görülmüş, ben günlük hayatın içindeki kısmını gözlemleyebildim sadece ama merak ederseniz onu da okuyun;

Küba’nın Ayrıcalık Sahipleri: Çocuklar
(Granma Internacional)

Dünyanın pek çok köşesinde çocuk olmak bir ayrıcalık sayılmaz ama bugün Küba'da gelinen noktada, her çocuğun doğumundan itibaren tüm temel haklarına sahip olması gibi bir ayrıcalık vardır.

Bu tür ayrıcalıklar her yıl daha çok Kübalı ufaklığın diğer uluslarda pek de hatırlanmayan ve bu alanda bir ilgisizlikle karşılanan 1 Haziran’da Uluslar arası Çocuk Günü’nü kutlamasına yeter sebebi oluşturuyor.

1925 yılının Ağustos ayında 54 ülkeden temsilci İsviçre’nin Cenevre şehrinde biraraya gelerek Uluslar arası Çocuk Mutluluğu Konferansı’na katıldı ve çocukların korunması ile ilgili bir Cenevre Deklarasyonu yayınladı.

Böylece tüm katılımcı ülkelerde, çocukların sosyal ve psikolojik olarak her türlü imkandan faydalanması, daha iyi fırsatlara sahip olması ve onlar için tehlikeli olacak yerlerde ve ayrıca zorunlu olarak hiçbir yerde çalıştırılmaması zorunlu hale geldi.

Bu konferanstan sonra farklı ülkelerin hükümetleri Uluslar arası Çocuk Günü’nü 2. Dünya Savaşı ve diğer savaşlarda hayatını kaybeden çocuklara adayarak kutlama kararı aldı.

Küba’da çocuklar; okullarına, farklı fiziksel kapasitelerine veya özel bakım gerektiren hastalıklarına bakılmaksızın eşit bir şekilde oyunlarıyla, aldıkları sağlık hizmetleriyle bu günü tüm mutluluklarıyla kutluyorlar.

Onları başka ülkelerdeki benzerlerinden ayıran şeylerden bazıları; özgürce sosyal hayata katılımları, doğmadan önce ve doğduktan sonra aldıkları bakım, oldukları 13 faklı aşı, pek çok tehlikeli hastalığa karşı aldıkları koruyucu hekimlik hizmeti, kendi örgütleri ve toplantıları olarak sıralanabilir.

Kübalı çocuklar emek sömürüsünden, hayat kadınlığından, insan trafiğinden, dilencilikten ve pazar ekonomisinin görüldüğü ülkelerdeki diğer tür şiddet olaylarından çok uzakta yaşıyorlar.

Onların yasalarla korunan hakları ile doğmuş ve büyümüş olmaları, Küba devriminin 1959’dan beri sosyal gelişim programlarının hedefi ve en kötü ekonomik kriz dönemelerinde bile bu hedeften bir sapma olmadı.

Bu yılın çocuk gününde Küba için, günün uluslar arası öneminin yanı sıra enerji kaynağı olarak kullanacak gıda maddelerinin insanlığın elinden alınarak bu tehditin ortadan kalkması açısından da bir önemi var.

Birleşmiş Milletler kaynakları, durumu yeryüzünde her dakikada tıbbi bakımın sağlanamamasından ve açlıktan 16 çocuğun öldüğü gibi bilgileri akılları durduran rakamlarla açıklıyor.
Bunun tam tersi olarak Küba, nerdeyse yarım yüzyıldır sürdürülen ABD ablukasının dayattığı ekonomik, finansal ve ticari pek çok zorlukla başa çıkıyor olsa da her 1000 doğumda 5,6 olmak üzere Dünya'nın en düşük bebek ölüm oranına sahip ülkeler arasında yer alıyor.

Kübalı çocuklar bu günü gerçek bir farklılıklar yaşadılar.

Her okulda kutlamalar, etkinlikler, gösteriler ve okul dışı faaliyetler gerçekleştirdi ve bir grup öncü (birinci ve ikinci kademe eğitim alan öğrenciler) kendi tecrübelerini ve kendi haklarını Internet vasıtasıyla diğerleriyle değişme imkanı buldu.

Hayatlarında hiç okula gitmemiş ve yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının 140 milyonu bulduğu gezegenimizde bu seçenekler bazılarınca görmezden geliniyor.

Bu da bize gösteriyor ki 1989 yılında kabul edilmiş olan çocuk korumasının evrensel normlarını ve yasalarla bunun korunmasını sağlayan Çocuk Hakları Konvansiyonu’na karşı hala sağır olan kulaklar ve kapalı olan zihinler var.

22 Mayıs 2007

yaşamımın şeyi

şimdi bu sıpa benim iş yerime çok yakın biryerde yaşıyor, bugün çektim fotoğrafını. kendisi çok şanslı, şöyle ki; annesi doğum yaptığında sadece bu sıpa hayatta kalabiliyor, ve şans bu ya, aynı günlerde bir başka anne daha doğum yapıyor ama bütün yavruları ölüyor. o anne de bu sıpayı yavrusu sayıyor. hal böyle olunca, bazen gerçek anne bir yere taşıyıp emziriyor, bazen diğeri, oradan oraya taşıyorlar, birlikte bakıyorlar, birlikte gözetiyorlar, koruyorlar. baksanıza temiz, pembe burnuna, iki anne olunca gün boyu yalıyorlardır tabi.







bunları gördüğümde hissettiğim şey benim yaşamım aslında, o şey için yaşıyorum, o şeyi önemsiyor ve seviyorum. o şey benim.