27 Haziran 2007


ester'in evinin tam karşısındaki apartmanda oturan yaşlı teyze. hep o pencerede durup sokağı izler, bizi balkonda görünce el sallardı. küba'da yaşlıların çok fazla uğraşları yok sanırım, erzakları devlet tarafından karşılanıyor, ev sorunları yok, onlarda tüm gün kapının önünde ya da pencere oturuyorlar. onlar küba'nın eski dönemlerinin de yeni dönemlerinin de şahitleri. eski dönemlere tanıklık ettikleri içinmidir bilmem, yaşlılar fidel'e daha yakın, ondan arkadaşları gibi bahsediyor ve övgü ve saygıyla anıyorlar. oysa gençler ve orta yaşlarında olanların bir kısmı fidel'i ve yaptıklarını onaylamıyorlar. hatta trinidat'ta bir çift ile sohbetimizde anlamıştık hislerini, kuşatılmış hissediyorlardı, adada yaşamak, oradan çıkamamak psikolojilerini bozmuştu insanların. fidel ölsün diye bekliyorlardı ama onlara göre fidel çok güçlüydü ve ölmeye hiç niyeti yoktu. tarafsız bir gözle bakmak için uğraştım ama beceremedim. fidel, benim için küba demek. ben o ölmeden küba'ya gidebilmenin hayallerini kurmuştum, oysa onun halkının bir kısmı o ölsün diye dua ediyorlardı. onları da, fidel'i de anlamaya çalışınca her iki tarafta haklı sanırım.

26 Haziran 2007

küba devam



biz küba'ya akşam vardık, sabah ilk işimiz gidip motosiklet kiralayıp, etrafı gezmek oldu. hava nasıl güzel, güneşli, sıcak, açık. havana merkezden epey uzaklaşmışız, karşımıza bir plaj çıkmış, girilmezmi denize. bir heves kumlara koştuk, ben çantadan havluyu çıkarıp kumun üzerine sarana kadar hava bir anda yandaki fotoğraftaki gibi oldu, yağdı, yağdı, durmak bilmedi, biraz gerildim tabi ben, nasıl döneceğiz havana'ya diye, fakat sonra bir cesaret yola çıktık. oooooo herkes yollarda, yürüyen, motorsikletle dolaşan, yağmurda yıkanan. önyargılar bizi kilitliyor, yağmur ya, sorun var demektir, yok öyle birşey aslında, bizim bildiğimiz yağmur değil zaten, sıcak fırtına, ama sorun yaratmıyor emin olun, hatta biraz alışınca keyfi bile çıkıyor.

06 Haziran 2007

pembe burunla yazılara bir ara

pembe burun kaka yaparken;



çok yaramaz sıpa, devamlı oyun oynuyor. göbeğini öpeyim derken burnumu ısırmaya kalktı;








05 Haziran 2007

küba'da çocuk olmak

küba'da çocuk olmakla ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum uzun zamandır, bugün okumuş olduğum iki yazıdan sonra zamanın geldiğini farkettim.

yazılardan biri bir blogtan. sisteki goriller. meltem'in bugün yazmış olduğu hiç kimse olmak başlıklı yazısı. sorduğu sorunun cevabını bilmiyorum ama insanoğlunun ne kadar acımasız olduğunu biliyorum. ben bilgisayarımın karşısında birşeyler atıştırırken birileri açlıktan ölüyor. ben kedi yavrularıyla uğraşırken, daha hayatlarının başında çocuklar yaşamdan koparılıyor. zalim kelimesi insanı tanımlıyor.

ikincisi ise küba dostluk derneği tarafından çevrilmis granma international'dan alınmış "küba dünya çocuk günü" konulu bir yazı. yazıyı merak edenler için aşağıda yayınlayacağım. önce küba'da çocuk olmak üzerine birşeyler söylemek istedim.

bilirsiniz türkiye'de çocuklar anne babasının kanatları altında ve çocuk olarak yetiştirilir. hatta anne babalar öylesine abartırlar ki bunu, eşşek kadar olur çocuk hala sığınmak ister, hala sorumluluk alamaz. böylece kendi yönlerini, yollarını çizecek gücü kendilerinde bulamayacak şekilde büyür ve neredeyse öyle de ölürler insanlarımızın çoğu.

bu nedenle küba'da bizi şaşırtacak kadar çok dikkatimizi çekmişti, büyüklerin çocuklar ile ilişkileri, çocukların kendi aralarında ki ilişkileri. küçük çocukların bile ağladığına şahit olmadık sanırım. ilkokula gidenler, arkadaşları ile buluşup yavaş yavaş yoldan arkadaşlarını toplayıp yürüyerek gidiyorlar okula. yollarda şarkı söylüyorlar. birbirleriyle şakalaşıyorlar ve elele yürüyorlar çoğunlukla. şakalaşıyorlar ama şöyle bir farkla; çocuk gibi değiller, daha doğrusu bizim bildiğimiz çocuklar gibi değiller, biraz daha olgunlar, ama bizim bildiğimiz anlamda değil yine bu olgunluk. yani büyümüşte küçülmüş cinsi değiller, asosyal çocuklar gibi tüm hareketlerini kontrol altında tutmaya çalışmıyorlar. nasıl anlatacağımı bilemedim. sanırım tanık olunca anlaşılabilecek birşey. aslında neden böyle olduklarını söylesem belki daha rahat anlaşılabilir. büyüklerle ilişkileri biraz farklı. çocuklara birey gibi davranılıyor, yani şu kabulle yaklaşıyorlar; evet boyu kısa, hatta küçük, evet büyükler kadar tecrübeleri yok ama muhakeme yetenekleri var ve akılları var, anlayabilirler, anlatabilirler.
basit bir detay, biz küçük bir çocuk gördüğümüzde ne yapıyoruz, ay canım ne tatlı, (yanında annesi varsa) ay sizinmi, kac yaşında. sanki orada çocuk yokmuş gibi, sanki o cevap verse de onun cevabı sayılmazmış, geçerliliği yokmuş gibi. eğer çocuğa soracaksak da, çocuk gibi davranıp, güya onun seviyesine inip, hatta çocuk sesi denen o sesle soru sorarken buluyoruz kendimizi.
oysa küba'da çocuklar ve büyükler direk ilişkilenebiliyor. sorular direk çocuğa soruluyor ve cevabı ciddiyetle karşılanıyor, cevabı önemseniyor. büyüklerle çocuklar birbirlerine el çakıp "hey adamım" diye hitap edebiliyorlar, hiçe sayılmıyorlar.
küba dostluk derneğinin yayınladığı granma internatinal'dan alınan yazıda konuya başka yönden yaklaşılmış, farklı yönleri görülmüş, ben günlük hayatın içindeki kısmını gözlemleyebildim sadece ama merak ederseniz onu da okuyun;

Küba’nın Ayrıcalık Sahipleri: Çocuklar
(Granma Internacional)

Dünyanın pek çok köşesinde çocuk olmak bir ayrıcalık sayılmaz ama bugün Küba'da gelinen noktada, her çocuğun doğumundan itibaren tüm temel haklarına sahip olması gibi bir ayrıcalık vardır.

Bu tür ayrıcalıklar her yıl daha çok Kübalı ufaklığın diğer uluslarda pek de hatırlanmayan ve bu alanda bir ilgisizlikle karşılanan 1 Haziran’da Uluslar arası Çocuk Günü’nü kutlamasına yeter sebebi oluşturuyor.

1925 yılının Ağustos ayında 54 ülkeden temsilci İsviçre’nin Cenevre şehrinde biraraya gelerek Uluslar arası Çocuk Mutluluğu Konferansı’na katıldı ve çocukların korunması ile ilgili bir Cenevre Deklarasyonu yayınladı.

Böylece tüm katılımcı ülkelerde, çocukların sosyal ve psikolojik olarak her türlü imkandan faydalanması, daha iyi fırsatlara sahip olması ve onlar için tehlikeli olacak yerlerde ve ayrıca zorunlu olarak hiçbir yerde çalıştırılmaması zorunlu hale geldi.

Bu konferanstan sonra farklı ülkelerin hükümetleri Uluslar arası Çocuk Günü’nü 2. Dünya Savaşı ve diğer savaşlarda hayatını kaybeden çocuklara adayarak kutlama kararı aldı.

Küba’da çocuklar; okullarına, farklı fiziksel kapasitelerine veya özel bakım gerektiren hastalıklarına bakılmaksızın eşit bir şekilde oyunlarıyla, aldıkları sağlık hizmetleriyle bu günü tüm mutluluklarıyla kutluyorlar.

Onları başka ülkelerdeki benzerlerinden ayıran şeylerden bazıları; özgürce sosyal hayata katılımları, doğmadan önce ve doğduktan sonra aldıkları bakım, oldukları 13 faklı aşı, pek çok tehlikeli hastalığa karşı aldıkları koruyucu hekimlik hizmeti, kendi örgütleri ve toplantıları olarak sıralanabilir.

Kübalı çocuklar emek sömürüsünden, hayat kadınlığından, insan trafiğinden, dilencilikten ve pazar ekonomisinin görüldüğü ülkelerdeki diğer tür şiddet olaylarından çok uzakta yaşıyorlar.

Onların yasalarla korunan hakları ile doğmuş ve büyümüş olmaları, Küba devriminin 1959’dan beri sosyal gelişim programlarının hedefi ve en kötü ekonomik kriz dönemelerinde bile bu hedeften bir sapma olmadı.

Bu yılın çocuk gününde Küba için, günün uluslar arası öneminin yanı sıra enerji kaynağı olarak kullanacak gıda maddelerinin insanlığın elinden alınarak bu tehditin ortadan kalkması açısından da bir önemi var.

Birleşmiş Milletler kaynakları, durumu yeryüzünde her dakikada tıbbi bakımın sağlanamamasından ve açlıktan 16 çocuğun öldüğü gibi bilgileri akılları durduran rakamlarla açıklıyor.
Bunun tam tersi olarak Küba, nerdeyse yarım yüzyıldır sürdürülen ABD ablukasının dayattığı ekonomik, finansal ve ticari pek çok zorlukla başa çıkıyor olsa da her 1000 doğumda 5,6 olmak üzere Dünya'nın en düşük bebek ölüm oranına sahip ülkeler arasında yer alıyor.

Kübalı çocuklar bu günü gerçek bir farklılıklar yaşadılar.

Her okulda kutlamalar, etkinlikler, gösteriler ve okul dışı faaliyetler gerçekleştirdi ve bir grup öncü (birinci ve ikinci kademe eğitim alan öğrenciler) kendi tecrübelerini ve kendi haklarını Internet vasıtasıyla diğerleriyle değişme imkanı buldu.

Hayatlarında hiç okula gitmemiş ve yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının 140 milyonu bulduğu gezegenimizde bu seçenekler bazılarınca görmezden geliniyor.

Bu da bize gösteriyor ki 1989 yılında kabul edilmiş olan çocuk korumasının evrensel normlarını ve yasalarla bunun korunmasını sağlayan Çocuk Hakları Konvansiyonu’na karşı hala sağır olan kulaklar ve kapalı olan zihinler var.