31 Ağustos 2006

duman

ne yazacağımı bilmiyorum bunun altına.

29 Ağustos 2006

elif şafak'ın baba ve piç adlı kitabını okudum çok beğendim. tezer özlü'den sonra başka bir kadın türk yazar okumama konusundaki yersiz inadımı elif şafak kırdı. tüm kitaplarını sipariş ettim. dilini, bir duygu yada durumun anlatımına en çok yaklaşabilecek kelimeleri seçmesindeki ustalığını, kurgusunu, baktığı yeri - ki herhalde baktığı yer sabit değil, hep bir başkası olarak bakabilmeyi seviyor- çok beğendim. kitabın örgüsünde tesadüflerin bu kadar çok yer alması küçük bir sıkıntı yarattı bende o kadar, onun dışında kitabı çok doyurucu buldum, aç kalmadım, tıka basa yemedim, ağzıma sevmediğim hiçbir tat gelmedi.
portishead only you

videosu biraz karanlık çıkmış ama yine de çok güzel. parça çok çok güzel, böyle evde yanlız kalıpta, küveti doldurup girdiğimde beynimin içinde çalan müziklere benziyor.

28 Ağustos 2006

uzun zamandan sonra yine devam. en son tatile gidiyorduk ve sarı'yı ne yapacağımızı bilmez halde kendimize işkence ediyorduk. evet burada kalmıştık.

sarı'yla ilgili kısmı;

tatile gittik, gitmeden bir gün önce veterineri aradım, hayır götürmeyin dedi. hem çok sıcak olduğu için yolda daha huzursuz olur hem de o sizden daha çok yaşadığı eve bağlı. neeeeeeeee dedim, bozuldum yani biraz ama tabi tüm önlemleri alarak ve iki arkadaşıma evin anahtarını verip, hergün sarı'yla oynayacaklarına dair ant içtirip, büyük bir üzüntüyle, yanlış birşey yapıyormuşum hissiyle evden ayrıldım. iki üç gün sonra, özellikle denizle karşılaştıktan sonra bu his geçti.

yolculuk öncesi ;

cumartesi günü kendimizi kasmadan öğleden sonra gibi yola çıktık. burada açıklama yapmadan geçmek istemem. normalde yola çıkış konusunda biraz takıntılıyımdır, sabah çok erken çıkılmasının gerekliliği ile ilgili yüzlerce neden sayabilirim. ama bu tatil farklı, hiçbir şey daha önceki gibi olmayacak, hiçbir şey için kasmayacağım, içimde beni devamlı telaşlandıran ve endişelendiren o sesi durduracağım diye ant içtim bir kere. bu nedenle yapılması gereken herşeyi normal süresinde yapmayı bırak, daha da ağırdan alıp, sonuca giden yolu uzattıkça uzattım, bazen sonucu görmeyi bile önemsemedim.

yolculuk;

cumartesi günü öğleden sonra yola çıktık, güzergah kütahya'nın tavşanlı ilçesi, topçular iskelesinden körfezi geçtikten sonra 171 km. yol çok güzeldi, özellikle son kisimları... ay ışığında yeşillikler arasında kıvrıla kıvrıla tırmanan ve inen upuzun gece yolları. gittikçe serinleyen ve temizlenen bir hava...

tavşanlı ve...

gevşeklik yapacağız derken 171 km yolu 6 saatte aldık ve tavşanlı'ya vardığımızda akşam olmuştu. öğretmen evi, misafirhaneler derken kalacak yer olmadığını öğrenip, pazarlamacıların bile zorda kaldıklarında konaklayacakları bir otel bulduk. benim için açıkcası çok farketmez. çok pis olmadığı sürece sorun yok. tavşanlı'da çay bahçesinde oturmaca ve bize misafirhanesini açmayan orman müdürünü delirtmece ile geçti gece.

sabah uyanır uyanmaz, kahvaltı ve arkasından ahmet uluçay'ı görmeye gittik. kendisi bizi evinde konuk etti. süper bir insan, ondan ayrıca bahsedeceğim. sohbet uzadığı için bir türlü oradan ayrılamadık, aslında hiç kimsenin şikayeti yoktu ama gitmemiz gereken 950 km yolun sadece 171 km'sini gidebilmiştik ve 171km'yi 6 satte aldığımız düşünülürse birkaç gün daha sürecekti denize kavuşmamız.

yolculuğa devam;

akşam saat 6 gibi ahmet abi'yi arkada bırakarak yola koyulduk, çok güzel bir ay, kafamızda hep sorduğumuz ve cevap bulamadığımız o sorular, çok güzel bir coğrafya ilerliyoruz, ama hepimiz hem fikir olduk; bu gece varamayacağız bodrum'a. o zaman zorlamanın anlamı yok. denizli, çivril, meyveleriyle ünlü bir ilçe, tavşanlı'nın aksine herkes çok canlı, güneye yaklaştığımızı hissettirir bir sıcaklık insanlarda... öğretmenevinde konaklama, serin , temiz, güzel bir uyku, ertesi sabah incir ve üzümle kahvaltı.

sabah erkenden yola çıktık bu sefer, inancımızı kaybedeceğiz yoksa, akşamüstü bodrum aspat'tayız.

tatil;

kaldığımız yerde sadece ben vardım sanki... sabah erken kalktığım günlerde yoga yaptım, kendimi zorlamadan, sabah kahvaltısı ve arkasından deniz, sonra öğlene kadar hamakta gazete ve kitap okumaca, sonra öğle yemeği, sonra yeniden kitap ve gazete ve bulmaca ve güneş iğnelerini çeker çekmez yine deniz, duş ve akşam yemeği. akşam yemeğinde biraz sohbet, sonra açıkhava sineması, hamakta yatıp gökyüzünü izleme ve yatış.

küçük değişiklikler dışında neredeyse her günüm böyle geçti, bazen kolibasili the gerçek'in yapması gereken işler olduğunda onunla birlikte ufak geziler yaptım, o kadar.

deniz;

deniz çok güzeldi. girdiğim en güzel denizlerden biriydi. çok temiz, berrak ve ne soğuk, ne sıcak, ılıktan daha soğuk ve diriydi. üstelik denizin altına bakamayan ve canlılarına katlanamayan ben ( evet balıklardan korkuyordum ve yosunlara dokunamıyordum, ne yapayım) hemen ilk gün kendime şnorkel ve diğer malzemeleri aldım, korkumu yenebilmek maksadıyla. çok faydası olduğunu söyleyebilirim. artık balıklarla ilgili problemim kalmadı. küçük olanlar tabi.

güneş;

güneşi yogayla karşıladıktan sonra aslında yogayla batışına eşlik etmek istedim hep ama malesef olmadı. nedenini bilmiyorum ama, ya ben yeterince istekli değildim ya da bir türlü organize edemedim, aslında yeterince istekli değildim ve kendimi kasmaya niyetim yoktu.

hayatımda ilk defa güneş alerjisi oldum ve üstelik bir defa bile güneşte durmadığım halde, ama yüzerken yada gazete okurken yansıyan ışınlardan etkilenmiş olmalıyım.göbeğim dışında her yerim fosur fosur kabardı, kaşındı da kaşındı.

bu konuda daha sonra yine yazarım diye düşünüyorum.