27 Nisan 2006

kartallarin yumurtası çatladı. çok hoşuma gidiyor onları izlemek, tüm gün bilgisayarımda görüntüleri açık. cep telefonumun melodisi sazlıkta öten kurbağa. kartalların görüntüsüyle cep telefonumun melodisi birleşince süper oluyor. bilgisayarin başında olduğumu unutup kocaman bir ormandaymışım hissine kapılıyorum.

26 Nisan 2006

yazışmalarımız arasında yase'nin kullandiği bir kavram hoşuma gitti. aslında kavram diyemem. uydurma kelime öbeği, o da şu; güdülebilme katsayısı. şöyle kullandı yase; "sence benim güdülebilme katsayım kaç?" uydurma ama ifadesi güzel değil mi?
haftasonları mutlaka üç gazete, hafta içi sabahları vapurda bir gazete, mutlaka... ama olacak gibi değil, çok yoruluyorum. türkiyede ki haberler beni çok yoruyor, aslında dünyadaki demeliyim. zaman zaman haber alımını kesmek bana iyi geliyor. haftaiçi okduğum gazeteyi kestim bir süredir, haftasonu sadece ekleri okuyorum. aslında yanlış bir zaman zannediyorum bu mola için, çünkü türkiyede durumlar karışık. gerçi doğduğumdan beri türkiyede durumlar karışık ya... neyse bu dönemde imdadıma sudoku yetişti. kafamı başka şeyle meşgul etmem gerekir bu dönemlerde, işte sudoku tam da bu iş için. sabahları vapurda, akşam evde, boş kaldıkça. süper geldi.

25 Nisan 2006

gürpınardayız, o zaman bir arazi almayı planlıyoruz, bir adamcağız, aslında epey yaşlı, evini satıyor. kendisinin arazisi var birazda evin önünde , bir de küçük bir ev daha. bize büyük evi ve araziyi satıp, küçük evde yaşamak planı. evine götürüyor bizi, bir küçük kız karşılıyor, acayip komik bir tip, hep konuşuyor, kendi gevezeliği ile dalga geçiyor ama konuşmaya devam ediyor. devamlı espriler yapıyor, yüzünde devamlı bir gülme hali, adamın kızıymış sonra öğreniyoruz.

bir sürü zorlukla karşılaşmış insanlar var karşımızda, para kazanmış , harcamışlar, büyük oğullarını evlendirip onun borçlarını ödeyip, onun hayatını da sırtlanmışlar, evin hanımına bir anda inme inmiş, sonra yavaş yavaş düzelmiş. bu diyor adam, bu kız bizi devamlı ayakta tuttu. belli oluyor zaten, her evde hayata böyle bakan birilerinin olması gerekiyor diye düşünüyorum.

tabi gürpınardayız ben de naif düşünüyorum, hafif temizlenmişim, suyum çok berrak olmasa da siyah taşlarım aradan seçiliyor. kızı çok seviyorum, telefonumu veriyorum.

istanbul , karmaşa, kaos, kir, pas, iz başlıyor yine. aradan zaman geçiyor bu kız beni arıyor. ben hemen soruyorum : ev için mi aradın diye? hani fikrimizi tam söylememiştik, sen bunu öğrenmek için mi aradın? yok diyor, bayram ya , bayramınızı kutlayayım dedim. ama bozuluyor biraz, sesi kırılıyor. ben de acayip oluyorum.

işte istanbul kurtları da bana, benim bu kıza baktığım gibi bakıyorlar. gereksiz oranda naif ve saf. bu dünya bu kadar naif olmayı kaldırmıyor. evet kırmak istemiyorlar, evet sevimli ve belki biraz kutsal buluyorlar ama anlayamıyorlar. ben de anlayamıyorum kendimi. kız küçük gürpınar'da kendini sorgulamak zorunda kalmamıştı, ben de istanbul'a gelinceye kadar bunu sorgulamamıştım.

ama istanbul, rüyalarıma giren, her gün sözlüye kalktığım, hiç mezun etmeyen sıfırcı bir öğretmen gibi. bok var hep sıfır veriyorsun. başka notlar verdiklerini de görüyoruz işte, hiçbir boka yaramazlar. yanılıyorsun oysa

20 Nisan 2006

bu sabah işe gelirken bu sitede kendimden başka şeylerden daha çok bahsetmem gerektiğine karar verdim. kendinden bu kadar bahsetmek pek yakışık almıyor, ayrıca çok da hoşuma gitmiyor, ayrıca beni nereye götürebilir ki? çalışıyorum üzerine...

sarı ve zavallı faresi.
kendi kendime konuştuğumu, üstelik evde işyerinde bunu yaptığımı biliyordum. dışarıda yani sokakta asla yapmadığımı farkettim, hatta dudaklarımı bile kıpırdatmıyorum sokakta ama evde ve işyerinde kendi kendime konuşuyorum. evde çok sorun olmuyor. kolibasili the gerçek alıştı ama işyerinde tuhaf oluyor, farkettim. dışarıdan çok iyi görünmüyor yani. yapabileceğim çok şey var mı bu konuda bilmiyorum.
british columbia-hornby island'da (bilmediğim bir yer ama öyle yazıyor diye ben de buraya yazdım) beyaz başlı bir kartalın yuvasına kamera yerleştirilmiş. yani bir çift kartalı ve onların iki yumurtasını hatta 26 nisan'da bu yavruların yumurtadan çıkışlarını online gözlemleyebiliyorsunuz. linki bu; http://www.infotecbusinesssystems.com/wildlife/ ben devamlı açık bıraktım bilgisayarımda, izliyorum. süper birşey. çok heyecanlandırıyor beni.

keşke diyorum hayvanlar üzerine çalışan bir bilim adamı falan olsaydım. çok daha fazla mutlu olurdum. hayvanlarla daha rahat iletişim kurabiliyor, onların yanında kendimi daha rahat ve güvende hissediyorum. böcekler hariç. ya onlar başka bir dünyadan gibi. ne acayipler öyle.
iki gün önce efektlere bir yenisi daha eklendi. bu da tuhaf aslında. birdenbire ağzımdan çıktı " fört diye bitiririm ben bunu"
fört, fört . kullanacağım hoşuma gitti.
fört , fört içtim bitti.
förrrrt, hemen suyunu çekti.

18 Nisan 2006

favorilerimden bir tanesi. bu kadar modern, hem içerik hem teknik açısından... beni gerçekten heyecanlandıranlar arasında. kolibasili the gerçek'e gıcık oluyorum bazen, kıskancım, ne var?
ülker çikolatalı gofrete bayılıyorummmmmm. en sevdiğim çikolatalı ürünler arasında ilk beşte. kesinlikle.
sabah yase aradı. ona da bir lakap bulacağım. bu ara bu lakap bulma işine kafayı taktım. neyse, kolibasili the gerçek bunlara bir hikaye anlatmışta, efendim o hikayede adı geçen kadının adı neymiş, kolibasili the gerçek'e sorarmıymışım. sorduk deli yelizmiş. ay bunlar bir sevindiler, bir sevindiler, takmışlar ya kafaya. oh dediler. bu arada absürt bir durum daha var. biz güne başlamışız tamam ama onlar aslında bir önceki gündeler ve bir türlü bitiremiyorlar günü. günle aralarında düello gibi birşey vardı aradığımda. önce sen öleceksin, hayır önce siz öleceksiniz. neyse bugün arar öğrenirim galibi.

*aslında gece 12.00'yi geçmişse sen öldürmüş sayılırsın günü değilmi ?
nev'in bir şarkı sözü var, çok hoşuma gitti. ben kendime söyledim durdum. burada "kalpsiz" diye başka birine hitap ediyor ama ben oraya da kendimi koyuyorum. en çok da ilk bölümü hoşuma gitti.

İçimde kaleler inşa ettim kırılmamak adına
Harcına göz yaşı döktüm daha da sağlam olsun diye
Şimdi yarattığım zindanlarda ışıksızım

Kaçtım kendime saklandım her küstüğümde
Vazgeçtim aynalardan vakitsiz uykularda
İnsan kendine rağmen yaşamayı bilmeli bazen

Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım
Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm
Benmişim kendimi savunurken en çok hançerleyen
Bir meçhul olmuşum failim ben

Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran
Kalpsizin hiç suçu yok mu

Kim demiş aşıklar hep mutlu olur diye
Hesapsız seveceksin, canın ağzına gelsede
Vururken yalnızlık yüzüne
Sen pay edersin gönlünü onlarca hüzüne

Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım
Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm
Benmişim kendimi savunurken en çok hançerleyen
Bir meçhul olmuşum failim ben

Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran
Kalpsizin hiç suçu yok mu

17 Nisan 2006

"pıt" efektine alışmaya ve insanları alıştırmaya çalıştığımı farkettim. buna işgüzarlık deniyor değilmi? allahım hiç işim yokmuş gibi.... bir de kendimi tanımlayacak kelimeler peşinden koşuyorum, kendime tiksinç lakaplar takmaya çalışıyorum. bu aşağılanmaya kişiliğim dayanmayacak ve isyan edecek diye umuyorum.
cevapçı durumu devam ediyor. bu arada hafta sonu kendime bir sürü kızdım yine. en çok kendime kızmakla geçiriyorum zamanımı. neden yapıyorum bunu bilmiyorum ama bu aralar herkesin her türden özelliğine özenip, hep onlar gibi olmak istiyorum. kendim olmak istemiyorum bu aralar. hatta işi abarttım, sarı'nın karakterine bile özenir oldum.
haftasonu ;

motorsiklet,
güneş,
deniz kenarı,
gazete,
kahvaltı,
arkadaşlarla sohbet,
türk kahvesi,
kısır,
yürüyüş,
gazete,
sarı,
koli basili the gerçek,
burun dürtmek,
koklaşmak,
gülmek,
sudoku,

arasında geldi geçti. çok güzeldi. hiç müzik kulağım olmamasına rağmen bir müzik aleti çalma konusunda şımarık davranmak istediğimi farkettim. basit bir şey de olsa alacağım.
yine resim yüklemek istedim olmadı.

sabah otobüsle geldim. ön koltuklarda oturuyorum. elli yaşlarında bir teyze bindi. önde oturan kıza " biraz kayarmısın" dedi ve tabi kız kalkıp ona yer vermek zorunda kaldı. kendini uyanık zanneden teyze oturdu. kayarmısın dediği yere kendi totosu bile sığmadı, o kadar söyleyeyeyim.

14 Nisan 2006

argun hocamı aradım bugün. tabi doğal olarak beni hatırlayamadı. tülü ile görüşüyor onlar, ondan referansla tanıttım kendimi ama çok zor hatırlaması zaten. görmeden nasıl hatırlasın tabi. ama bilmiyor ki ben onu hiç unutamıyorum.

bu hayata biraz başka bakabiliyorsam, biraz keyfini sürebiliyorsam günün, yaşamı ve evreni kavramaya çalışıyorsam , bunda argun hocamın katkısı çok büyüktür. bilim hakkındaki fikirlerimi değiştiren, insanlık hakkındaki fikirlerimi genişleten kendisidir. birde o hulusi kentmen bıyıkları, o mesafeli duruşu.

mezun olduktan sonra beni tanıyan herkes en az bir defa argun hocam muhabbeti dinlemiştir benden. argun hocam...ankara'ya gittiğimde kesin göreceğim kendisini... tülü de belki benimle gelir. daha rahat hatırlar belki. ayrıca hatırlaması da gerekmiyor. "hani o zamanlar" muhabbeti yapacak değilim kendisiyle. zaman gecti, başka paylaşacak, konuşacak şeylerimiz olur diye düşünüyorum.

bir gün argun hocamla ilgili bir şey yazmak istiyorum.
kolibasili the gerçek bir süredir özel bir teknikle iletişiyor. efendim ben bu tekniğe " taarruz tipi iletişim yöntemi" diyorum. dur bakalım daha ne kadar sürecek.
bazı ses efektlerini çıkarmanın çok uygun olmadığını farkediyorum.

dün "hah şu işi pıt diye çözdüm " dedim. hem ortamda bulunanlar hem de kendim garip buldum bu "pıt" efektini. mesela orada "tık" deseydim, kimseden tık çıkmayacaktı.

05 Nisan 2006

geçen hafta küçük bir yavru kedi , 6 aylık falan, bizim evde yaşaması gerektiğine karar verdi. sanıyorum hamileydi ve yardıma ihtiyacı vardı.

geldiğimde balkondaydı ve sarı ile birbilerine bakıyorlar ve miyavlıyorlardı. balkonda ona biraz sarı'nın mamalarında ve temiz su verdim. sonra çok üşümüştür diye bir kutuyu kapattım ve içine eski bir hırkamı koyup, kutunun ön kısmından bir delik açtım. çok tatlıydı. girdi hemen kutunun içine, hiç garipsemedi. girer girmez gurrrr , gurrrrr sesleri çıkartmaya başladı. tabi sarı izliyor durumları. istemedi onu. hıslamaya falan başladı. bu arada bir karambolde sarı balkona kaçtı, onu içeriye alayım derken bu içeriye girdi, sarı bunu içeride görünce kendisini bırakmam için ellerimi parçaladı falan , filan...

neyse kolibasili the gerçek geldi ve kedinin hemen kutusuyla birlikte dışarıda bir yere bırakılması gerektiğine karar verdi. haklı. eldivenleri giydim. ktusunun içinde onu sokağa bıraktım. eve döndüm beş dakika sonra o yine balkondaydı. kendisini içeri almamız ve bakmamız mümkün değil ama o da çok ısrarcı. yapacak birşey yok, perdeleri çekip ilgilenmiyor numarası yapmaktan başka. balkonda uyudu, sabah saat 7 ye kadar kah miyavladı, kah uyudu ama bizim balkondaydı ve ben gözümü bile kırpamadım. çektiğim acıyı ve vicdan azabını burada anlatamam. kafamda evren ve hayvanlar ve insanlar ve adalet ve bir sürü şey dolandı durdu, kendimi çok acımasız ve kötü hissettim. bir arkadaşıma bunları anlattığımda "bazen karşındakinin yaşadığı acıdan daha büyük olabiliyor sana farkında olmadan yaşattığı acı" dedi. doğru.